KENDİM'i Tanıyor Muyum? 'BEN' Hikayesinde Neredeyim?
John Steinbeck'i sevenlerden misiniz bilmiyorum ama, Cennetin Doğusu'nu okumanızı tavsiye ederim... Savaş döneminin insanlarını, şartlarını anlatırken, sizi muazzam da bir yolculuğa çıkartıyor...
...ben, bana, kendi hayatıma dair zor sorular soran kitaplardayım !
Kimim, neyim, nereye gidiyorum, aslında nereye gitmek istiyorum, kim olmak istiyorum, nasıl yaşamak istiyorum, nerede olmak istiyorum, bugün olduğum kişiyle olmak istediğim kişi aynı mı, aynada gördüğüm kişi bana mı ait, 'KENDİM denen hikayenin 'BEN' kısmında benden kalanla mutlu muyum yoksa başkalarını mutlu etmek için o 'BEN' denenden eksildim mi, eksildiğim kadarıyla ne kadar 'BEN'im, bu şekilde devam mı etmeliyim yoksa durup düşünmeli miyim ?
Haklısınız, deli sorular !
Akıllı cevaplarımız var mı peki ?
Yoksa, cevap vermeyi erteliyor muyuz ?
Sanırım, cevaplarını sevmediğimiz sorular bunlar !
Yıllar içinde o 'BEN' denende birikenlerden mi korkuyoruz sahi? Belki de 'susturduklarımızın' kalabalığıdır, bizi en çok korkutan ! Bizi susturacak kadar bizi rahatsız eden şey ne olabilir ki ? Bizi bu denli rahatsız eden şey, nasıl 'BEN' denenin bir parçası olabilir ki ?
Bir yerde okumuştum, der ki orada;
...hayat, sizde 2 'BEN' yaratır ! Biri, yukarıdaki sorulara samimiyetle cevap veren, ama cevaplarını hep bir köşede saklayan, kimselere göstermeyen bir 'BEN' ! Bir de, herkesin onayladığı, sevdiği, 'buyur' ettiği, saygı gösterdiği, toplumsal bir etiket ve konum da sağlayan diğer bir 'BEN' ! Ömrünüz, bu iki 'BEN' arasında sıkışıp kalmakla geçer... Bazen isyan eder, gerçek 'BEN' için sesinizi yükseltirsiniz, ama çokça da yenilir, geri çekilir ve onaylı 'BEN'e sığınırsınız... Aslında, yüzleşebildiğiniz kadar kazanırsınız !
KENDİM'le yüzleştim ve kazandım, diyen kaç kişiyiz ?
Biliyorum, zor, hatta çok zor...
O zaman, kendimizle olan ilk yüzleşmemiz, John Steinbeck'le gelsin, Cennetin Doğusu'ndan bir iki paragraf, bize 'BİZİ' fısıldasın... Belki o fısıltılar, "KENDİM'le yüzleştim ve kazandım" diyenlere bir kaçımızı daha ekler, kim bilir !
Der ki orada;
-!-
Her insanın hayatında, başkalarıyla paylaşmadığı bir iç dünyası vardır... Burası, sadece kişinin kendine ait bir alandır... Bu alanın içindeki yük kimseyle paylaşılmaz... Hayatta alınan yaralar, unutulmamış anılar ve dile getirilememiş kayıplar burada birikir... Bazen bir pişmanlık duygusu, bazen derin bir yalnızlık hissi, bazen de kelimelerle ifade edilemeyen korkular, bu alanda saklanır...
Bu duyguları ve anıları taşımak zorlayıcı olabilir... Ancak bu, insan olmanın ve yaşamanın bir gerçeğidir... Bu içsel yük, zamanla, insanın kendini daha iyi anlaması ve kişisel olarak gelişmesi için bir fırsat sunabilir... Bu süreçte önemli olan, duygularla yüzleşmek ve onlarla başa çıkmayı öğrenmektir... Zamanla bu deneyimler, kişinin iç dünyasını güçlendiren sağlam bir temel oluşturur... Dengeyi sağlamak, duyguları görmezden gelmek değil, onlarla nasıl yaşayacağını bilmektir... Çünkü bazen acılar, hayata tutunmamızı sağlayan deneyimlerin bir parçası haline gelir...
-!-
Düşündünüz mü hiç ?
Belki de, içimizdeki gerçek 'BEN' ile toplumsal onaylı 'BEN' arasındaki savaşın olası yenilgisinden kaçtığımız için kaybediyoruz ? Çünkü o çok güçlü ? Sistemin efendileri tarafından şekillendiriliyor ! Toplum mühendisliği harikası diye sunulup, ancak o yaşam formu içinde bir gelecek sunuluyor ! Olmak istediğiniz BEN', onlar için bir isyan şekli, o yüzden de sistemin çarkları içinde ezilmek yerine, sana ufak bir yaşam alanı sunuluyor, buna da 'ŞÜKÜR' mekanizması deniyor!
Tamam da bu iki 'BEN' niye uzlaşamıyor, savaşmak yerine ?
Sahi, uzlaşmak istemeyen 'BEN' miyim, yoksa 'BEN'i olduğum gibi kabul etmek istemeyenler mi ? Aslında garip... Ben asla 'KENDİM' olamıyorum, ama beni 'BEN' olarak kabul etmek istemeyenler, ben onları kabul etmesem de değişmiyorlar asla !
Aiskhylos tarafından M.Ö. yaklaşık 472-458 yılları arasında yazılmış bir oyun olan "Zincire Vurulmuş Prometheus"da şöyle der, o BEN / SEN kavgasının GÜÇ mücadelesinde... Ama okurken de kendinizi bu repliklerin sahibi olarak hayal edin istiyorum, "BEN" diye bağırdığınızı, "KORKMUYORUM" dediğinizi en çok da;
-
Siz yeniler, yeni bir yönetim kurdunuz ! Kalenize dertler giremez sanıyorsunuz ! Ama ben, iki kral gördüm, o kaleden sürülmüş, kapı dişarı edilmiş... Üçüncüsü, ki efendisidir bugünkü dünyanın... Bu gözlerim görecek onun da en büyük utançla kovulduğunu... Hey, sen ne sandın ? Ben, korkacak biri miyim ? Sen tapın, yalvar, yaltaklan günün efendisine ! Tanrı, hiç ama hiç umurumda değil benim... Elindeyken, ne isterse yapsın ! Assın, kessin, ama unutmasın... Uzun sürmeyecek onun da göklerdeki saltanatı...
-
Ve şimdi o 'BEN' için selam verin sahneden, ki güzeldi sahnedeki performansınız da cesaretiniz de:)
Sıra, yaşamdaki o 'BEN' için tekrar etmeye geldi aynı replikleri...
Var mıyız ?