BURADA NASIL YAŞARIM DEDİM AMA...ASIL KORKUM BUNDAN SONRASI İÇİN!
Hatay'da hayat çok değişti, 6 Şubat'ın insanları için... Çocukları vardı, oradan oraya koşan ! Evleri vardı, her tamamladıkları eksiğinde mutlu olunan ! Komşuları vardı, 'günaydın' diyen ! Yürüdükleri sokakları, caddeleri vardı, ömürleri geçen ! Parkları vardı, kuşları cıvıldayan ! Balkonlarına asılı kurutulmuş sebzeleri vardı, evlerinde yapılan salçalarını doldurdukları kavanozları ! Her mahallede fırınları vardı, evlerinin ikinci mutfağı gibi çalışan, ekmekleri mis gibi kokan ! Çarşıları vardı, dünün geleneğinde dükkanları sıra sıra dizilen ! Dinlerin, mezheplerin, kültürlerin, dillerin iç içe yaşadığı kardeşliği vardı ! Ezan'ın, Hazzan'ın, Çan'ın özgürlüğünde 'biz' olabilenler vardı !
Bugünse, yorgun bir kent var, yorgun insanlar...
Enkazı kaldırılmış, ruhu yara bere içinde bir şehir var...
Dünden biriktirdiklerini kaybedenlerin çaresiz umutsuzluğu var...
Geçen gün, Yıldız Kenter'e ait bir şiir paylaşmış, Antakya'da, depremin konteyner evlerinde ayakta kalmaya çalışan bir tanesi... Onlara çatı olan o kutu evlerinden başka bir kutu eve taşımaya hazırlananlara karşı durmak istese de, 'gideceğiz, var mı başka çaresi' diyen bir tanesi...
Önce şiir gelsin ve değişeni anlatsın !
...
Nereden çıktı bu plastik çiçekler?
Neden, plastik bu çiçekler ?
Bulabildiği her toprak parçasında filiz veren tomurcuklara inat...
Her bahar yeniden yeniden renklenen yaşama inat...
Toprak mı bitti, yoksa yağmurlar mı ?
Ah özensizlik, umursamazlık, sıradanlık…
Her yanımızı saran bir boş vermişlik duygusu...
Beğenilme güdümüzü tatmin için plastik cerrahi...
Örselenen ruhlarımıza plastik sanatlar...
Yapay ilişkilerin fırça darbeleriyle sürdürülen plastik yaşamlar...
Neden çıktı bu plastik çiçekler ?
Neden plastik bu çiçekler ?
Özen göstermeye gerek bırakmayan bir güzellik, bir birliktelik arayışı mı ?
Tıpkı evlilikler gibi...
Savruk hayatların, tutunamamanın, kök salamamanın ve zamansızlığın...
Her daim zamansızlığın dışa vurumu mu ?
Etiketleri yırtılmış, eğilip bükülmüş, ama içinde taşıdığı cana inat ayakta duran konserve kutuları süslemiyor artık pencere pervazlarını...
Nereye gitti, hercai menekşeleriyle övünen, tomurcuk veren sardunyalarıyla konuşan komşular ?
Gül ve hanımeli kokularının birbirine karıştığı dingin balkonlar ?
Ne zaman vazgeçti ortancalar, teneke kutuları mesken edinmekten ?
O uzak kentlerdeki karmaşada her şeye karşı yeniden tomurcuklanan yaşam sevinçlerine yer kalmadı mı ?
Gökdelenlerin gölgesinde başını kaldıramıyor mu, kır çiçekleri ?
O kentlerin koşuşturmasında vaz mı geçildi, nergisin kokusundan?
Basit yaşamak zorlaştı...
İnsanlar kente teslim oldu...
Preslenmiş insan yığınları...
PVC pencereler...
Kauçuk pabuçlar...
Plastik uzaktan kumandalar...
Naylon ilişkiler...
Çabalamadan, güzellikleri ellerinde tutmak isteyen plastik yaşamlar ve sulanması, özen gösterilmesi gerekmeyen, odalara yayılmış, sahibinin hevesinin geçmesini bekleyen plastik çiçekler...
Nereden çıktı bu plastik çiçekler?
Neden plastik bu çiçekler ?
...
Haklısınız, hayat da değişiyor, insanlar da... Çokça şikayet etsek de o değişimden, umudumuzun her zerresinde savaşmaktan vazgeçmiyoruz yine de !
Şiiri paylaşan Hataylı depremzede, devam etsin...
"Konteyner evimde; bir çekyatım, bir kaç sandalyem, bir masam, yardımlarla mutfağa dönen eşyalarım, ara ara gelen yardım kolileriyle beni ayakta tutan erzağım, depremden sonra onlara daha sıkı sıkı sarıldığım 2 çocuğum, hala kendine gelemeyen eşim var, hayat denenin içinde ! Bizleri buradan taşıyacaklarmış, başka bir konteyner kente ! Bazen şunu okuyorum, 'onlar için ne değişecek ki, bir konteynerden diğerine...' Haklılar, bir 20 metrekareden diğer bir 20 metrekareye ! Aynı gibi, ama değil ! Hiç değil ! Anlamıyorlar, anlamadılar ! Buraya 'ev' demek için o kadar çok çalıştım ki... Konteyner evimin kapısından çıktığımda gördüğüm komşularıma o kadar alıştım ki... 6 Şubat'tan sonra çocuklarıma burayı ev yapmak için o kadar yoruldum ki, 'git' demeleri o yüzden zoruma gidiyor... Gideceğiz, mecbur ! Yok, bu kısım korkutmuyor... Asıl ondan sonrası... Bize bir gün çıkacak asıl evimize giderken ki kısım korkutuyor... Eski olsa, koca bir kamyon dayanırdı, evin önüne... Tüm eşyalarım belki o kamyona sığmazdı bile... Ya şimdi !? Bizden eksilenler, o kamyon kasasının bir köşesini dolduruyor ancak... Bazen, sizi okuyorum, en çok da o depremden sonra ki 'eşya sözü' yazınızı... Söz ! Verildi mi, tutulması istenen ! Verildi mi, geri alınmayan ! Verildi mi, yerine getirilen ! Ne oldu o söz ? Ne bekliyorlar ki bizden, bu konteyner evlerden çıkıp da asıl evlerimize bizleri taşıdıklarında ? Ne bekliyorlar ? Ara ara 'örnek ev' gösteriyorlar, dayalı döşeli ! Ev gibi ev... Sıcacık ! Doldu dolu... Soruyorlar mı, vicdanlarına, o sözün yokluğunda !? Benim gibi, şu konteyner evi ancak doldurmuş, o da yardımlarla doldurmuşlar, ne yapacaklar !? O 'örnek ev' gibi bir evi nasıl hayata geçirecekler!? Sorsunlar... Sorsunlar ki, hayat, o plastik çiçeklere teslim olmasın..."
Bu yazıyı okudunuz ya, unutmayın istiyorum...
Ne yazılanları, ne anlatılanları, ne de Hatay'ı, insanlarını...
O verilen, ama unutulan SÖZ gibi olmasın, 6 Şubat'ın yorgun hayatları...